Psikoterapi ve Psikodrama yolculuğunda bizler

Bir terapi yolculuğu

Psikoterapi, Psikdrama aslında; iyileşme, barışma, tanışma, dokunma, gülümseme, kabul etme anlama, anlaşılır olma kabul görme gibi birçok kavramın insanın ruhsal yapısında eyleme dönüşmesi olarak ta tanımlayabiliriz.

Ailemizle, sevdiklerimizle neden iyi ilişkiler geliştirmek isteriz? Neden yoldaş, sırdaş oluruz? Neden aşık olur ve bir tane olan ömrümüze hiç tanımadığımız birisini davet eder ve  ömür boyu onunla yaşamak isteriz? Neden başarmak, yenilenmek, övgü almak isteriz? Tüm bu sorular yukarıda yazdığım kavramları hissedebilmek ve hissettirmek için. Varlığımı nasıl   hissedebilir veya hissettirebilirim işte bu sorulara cevap bulabilmek için. Psikoterapi ve Psikodrama da işte bu kavramlara ulaşmamızı sağlayan psikolojik bir teknikler bütünü.

Zaman zaman dışardan nasıl göründüğümüzü görmek istiyor ve buna ihtiyaç duyuyoruz. Alkışlanma, iyi bir şey yatığımızda aferin ve tebrik alma, hatalarımızla beraber sevilme hissiyatı iç içe geçmiş kavramlar. Psikdrama yöntemi bize bu şansı veriyor. Grup dinamizminde senin yaşadıkların sergileniyor. Oynayan başkaları ama bu senin oyunun hem de hiçbir metin olmadan birkaç sufle ile… Oynayanlar seni anlıyor halbuki seni tanımıyorlar. Sen yıllarca sevdiklerine kendini anlatmaya çalıştın ama burada birkaç saatte sen ne hissediyorsan hiç tanımadığın kişiler senin yaşadıklarını oynuyorlar bile.  Işte bu haz insanın içindeki öfkeyi yenmesinde büyük bir devinim.

Yaşanmışlıklar insanın ta kendisidir. Yaşanmışlıklar içinde insanın neler yaptığı hangi reaksiyonlar verdiği ve bu reaksiyonlar karşılığında ne ile karşılaştığı şey artık o insanın duygularını oluşturuyor. Duygular, insanın öz benliğidir. Benlik arayışı aslında duygu arayışına da götürebiliyor.

  • Yaralarını sarmak
  • Yaralarını sarmasına izin vermek
  • Yaralarını iyileştirmek

Yaralarının sonrasında açılan yeni yaralar veya kabuklar senin tekrar bir arayışa sokabilir. O arayış seni farklı bir maceraya götürebilir ve   her macera aslında senin ömründen giden çok büyük bir zaman hazinesi olduğunu sonrasında anladığında geçen şeyin yalnızca bir zaman dilimi olmadığını senin yaşamın olduğunu anlarsın. Geçen bu zaman dilimine ömür diyoruz. Kimileri bir ömür denilen şeye “bir çırpıda geldi geçti” kimileri de “hiç geçmiyor” diyebiliyor. Halbuki yaşadığımız zaman dilimi hep aynı. Demek ki geçen zaman değil o ana yüklediğimiz an.

Yıllar sonra geriye baktığımızda hep o ağlayan gülümseyen küçük benliğimizi görürüz. O benlikte saflığı gördüğümüzde hem ona sığınırız hem de nasıl o kişiden bu noktaya evirildiğimizi görüp efkarlanabiliyoruz. O efkâr kimilerimizi öfkelendirir, kimilerimizi sakinleştirir.

Hani bir bebeği veya küçük kediyi gördüğümüzde ne kadar tatlı ne kadar masum deriz ya; o hissettiğimiz şey aslında saflığa olan özlemimiz. Yani benliğimiz. Yanımızdaki bir kişide samimice o kediyi bizim gibi seviyor, koruyor ve o ana gülümsüyorsa işte o an kedi üzerinden karşımızdaki kişiye bir duygu aktarımında bulunuruz işte o andan itibaren bir kader ortaklığın temeli atılır. Bazen o temel yalnızca orda kalır ve çürür ya da temel hep beraber yapılır ve koca bir bina olur (İlişki). O bina sensin ve o kişidir. O bina bizim her şeyimizdir. Yıllar sonra o binaya (ilişkiye) baktığımızda binanın sıkıntılı olduğunu gördüğümüzde bu sonu düşleyerek inşa etmediğimizi düşünürüz. İşte o an bizler için kırılma noktasıdır.  Yani çoğunlukla sonradan aklımıza gelir. Sonrasında ya o binadan (ilişkiden) vaz geçmeyi ya karşımızdakini eleştirmeyi ya da kendimize küsmeyi seçeriz. Tabi tüm bu seçimlerin hepsi çok önemli kararlardır ve bunun bedeli de olacaktır.  Her sanatçının bir eseri vardır. Bizler de kendi yaşamımızın sanatçısıyız. Bu sanat eserinde; evliliğimiz, çocuklarımız, kariyerimiz, dostluklarımız var. Geriye dönüp baktığımızda tüm bu eserleri yıkmak, yok etmek gerçekten çok zordur. Çünkü yok edilen tüm ilişkiler aslında bizim emek verdiğimiz yılları kapsar.  Bizlerde onu yıkmaktan çoğunlukla imtina ederiz Onun için düzensizlik içinde öfkelensek te çoğunlukla bundan vazgeçmekte zorlanırız. Vazgeçmek, devam etmek, yeniden inşa etmek, her biri gerçekten zor ama her biri bizleri bir yerlere götürür.  Bazıları kısır döngü içinde bizi hep aynı yoldan götürür bazıları yeni maceralara. Seçimin geleceğindir, seçimin geçmişin tekrarıdır.

 

Tüm bu terapiler aslında o anki benliğimize sarılmayı hedefliyor. Psikoterapi ve psikodrama, bizim olan orijinal saf benliğimizdeki kişiye merhaba demek aslında. “Merhaba” kelimesinin hüzünlü bir anlamı olduğu kadar aynı zamanda farkındalık kazandıran bir kelimedir. Anlamı: Benden sana zarar gelmez. Ne acı değil mi ilk gördüğümüz kişiye önce benden sana zarar gelmez diyoruz yani aslında önce söz veriyoruz ben sana zarar vermem ve sonra sohbete başlıyoruz. İşte ne oluyorsa da ondan sonra oluyor.  Yeniden diyerek girdiğimiz bu zaman yolculuğunda çoğunlukla geçmişin tekerrürünü yaşarız.   Terapilerde, geçmişte hangi tepkiyi vermiş olursak olalım o reaksiyonları hatırladığımızda; o sihirli kelimeyi söyleriz.  “O anlıyor, kendimi daha iyi anlıyorum, daha iyi hissediyorum, YALNIZ DEĞİLİM. Artık Ruhsal dünyamız eyleme dökülmüş ve biz o an ki benliğimize merhaba demişizdir. Son kitabım olan “Kırmızı Anahtar” da bunu anlatmaya çalıştım.

Geçmişin anahtarını bulanlar, gelecekteki yaşantılarının kapısını daha rahat ve mutlu şekilde açabiliyor. Gelecek aslında; yaşadığımız bu anki hayatın farklı bir sahne ve farklı kişilerle arayışımızın dışa vurumu ve gerçeğidir.

Psikodramanın babası   J.L.Moreno, “Who Shall Survive” ünlü eserinde “Gerçek bir terapötik süreç, insanlığın kendisinden daha az gerçek ve kapsayıcı olamaz” der. “Yarına kim kalacak?” sorusuna içsel bir şekilde cevap bulabilmektir belki de

Sigmund Freud  der ki: “Ruhunun derinliklerine in ve ilk önce kendini tanımayı öğren. Bunu yaptıktan sonra, bu hastalığa neden yakalandığını anlayacak ve belki de bir daha hastalanmayacaksın.”