Baba nedir, kimdir, ne değildir?

En basit tanımlama ile başlayalım. Çocukları olan erkeğe baba diyoruz ama “Baba” kelimesinin yaşamımızda çok önemli bir yeri var.

Tüm tek ve çok tanrılı dinlerde babanın rolü çok farklı.  Allah aynı zamanda baba olarak ta tanımlanır. (Kronos, Zeus, Allah baba, Musa, İsa…). Dinsel anlamda önderlik yapanlara önderlere baba tanılandırılması yapılır. (baba İshak, baba Mansur…). Yardım sever, mert kişilere özgü yapılan sınıflandırma ( Babayiğit, babacan, baba adam…). Sanat, bilim, spor dallarında öncü kurucu olan kişilere de baba sıfatlandırmasını yaparız. (Bu işin babası anlamında Müslüm baba …) Siyaset literatürüne dahi girmiştir (Süleyman baba). Doğduğumuz yeri kutsallaştırmak için söylediğimiz “baba evi” sıfat tanımlamalarını da kullanırız. Mafya ve benzeri yeraltı illegal örgütlerde liderlere baba tanımlaması kullanılır.

Türk edebiyatında baba figürü çok önemli. Baba öldüğünde yuva dağılır, çocuklar kötü yollara düşer. Namık Kemal (İntibah), Recai Zade Efendi,  Mahmut Ekrem (Araba sevdası),  Orhan Kemal (Baba evi), Reşat Nuri Gültekin (Yaprak dökümü), Oğuz Atay (Babama mektup)… Eski Yeşilçam Türk filmlerinde baba sofraya oturmadan sofraya oturulmaz, onun yanında ayak ayak üstüne atılmaz, sigara içilmez, onun sözü üzerine söz söylenmez gibi otorite oluşturacak tanımlamalar oluşturulmuştur.

Dünya klasiklerinden Sofokles Kral (Oidipus), Shakespeare’in (Hamlet), Dostayevski  (Karamazof kardeşler), Kafka (Yargı)… gibi dünya edebiyatının en büyük yazarlarının en büyük eserleri yine baba üzerine yazılmıştır.

Görüldüğü gibi baba figürü bir çocuğun duygusal, sosyal, kültürel, cinsel yaşamında çok ciddi bir rol oynamakta. Türk edebiyatında baba figürü ailenin kalesi, daha güçlü bir tanımlamaya sahip. O giderse veya ölürse her şeyin dağılacağına dair söylemler daha güçlüyken batı edebiyatında daha çok kısıtlayan, despot ve ondan kurtulmak istenen ama bunu yapamayan çocukların trajedisi konu alınmakta.

Tarihteki hemen hemen tüm uygarlıklar babadan oğula geçen hükümdarlıklarla dolu. Çocuklar, tahta geçebilmek için kendi aralarında ve babalarıyla mücadele ederler. Baba ölünce onun mirasını tek başına alabilmek için yapılan taht kavgaları günümüzde miras kavgalarıyla devam edebilmekte.

Uzak geçmiş zamandan bugüne kadar içinde toplumsal yaşam; babalardan birçok şey beklemekte; erkeklerin ekonomik anlamda evi geçindirmesini, dinsel, kültürel, ahlaki cinsel rol model olması ve şimdi ki zaman içinde bu sorumluluklara artı olarak çocukları için arkadaş ve eğitmen olmalarını aynı zamanda onların bakım ve sorumluluklarını üstlenmelerinin yanında eşlik görevlerini de aksatmamalarını beklemektedir. Tüm bu beklentiler erkeğin aslında cinsel birleşme ile çocuklarının olması ile nitelendirmişlerdir. Hâlbuki yukarıda sayılan tüm özellikler kişinin kendisini geliştirmesi ile ilintili olduğunu unutmamak gerek. Toplumun beklentileri, kişinin yaşama ekonomik, sosyal, duygusal, cinsel, kültürel bakış açısı ile çatışması sonucunda bir davranış modeli çıkmakta. Kimi erkek ne kadar sert bir aile ortamında büyürse büyüsün zihninde ve yüreğinde oluşturduğu kutsal baba figüründen kurtulmakta sorun yaşar. Hamlet romanında; Prens Hamlet’in, kral olan babasını öldürdükten sonra tahta geçen ve annesi Gertrude ile evlenen amcası Claudius’tan intikam almaktaki çelişkiyi çok iyi anlatır. Çocuklarını bu şekilde büyütürken, kimi erkekler babasından göremediği sevgi, şefkat ve adaleti çocuklarına göstermek için çok daha fazla kendisinden fedakârlık yaparak bunu gösterir. Her bir erkek cinsel birleşme ile baba olduktan sonraki tüm çocukları yetiştirme sürecinde deneysel bir laboratuvar gibi kişisel deneylerini eşleri ile birlikte oluştururlar.

Babalık olgusu; günün sonunda kendi yaşadığı toplumun kültürel, duygusal, dinsel, ekonomik, siyasal, eğitimsel olgular içinde kişisel gelişimini tamamlamamış veya kişisel  gelişimini tamamlamaya çalışırken yaşadığı  sağlık, ekonomik, savaş, terör ve kayıplarla mücadele eden bir erkeğin beklentiler ve hayaller arasında sıkıştırdığı zaman dilimi olarak tanımlarsak pekte yanlış olmaz.

Tabi ki burada kadınların ve sonraki süreçte çocukları olduğundaki annenin; ataerkil toplumdan gelindiği için çok daha fazla fiziksel ve ruhsal olarak baskılanan bir yaşam öyküsü var. Baba ve annenin kendi hayalleri ve travmaları dışında bir de toplumun onlardan beklentileri bu iki yapıyı birbirlerine 3 ana başlıkta yakınlaştırır veya uzaklaştırır. Cinsellik, Çocuk sahibi olmak ve sevmek/sevilmek duygusu. Bu 3 ana unsura partnerlerin katkıları ailenin sürdürebilir mutluluğuna katkı sağlar veya mutsuzluğu büyütebilir.

Babalığı sonradan edinilen bir kimlik ve kuraları toplumsal, kültürel, ailesel olarak yazılmış rol olarak düşünebiliriz. Babalık aynı zamanda toplum tarafından erkeğe dayatılan son rol olarak ta görülebilir.

Erkek olarak bir bireyin topluma kendini ispatlamasının son aşaması olarak dayatılan bu kimliğin erkekler için önemi daha da artmaktadır. Son yıllarda yapılan çalışmalara da bakıldığında bu ilginin arttığı görülmektedir. Ancak yapılan çalışmalara bakıldığında babalık karşı rol bağlamında çalışılmakta, çocuğun gelişimi ve değişiminde babanın rolü üzerinden araştırmalar yapılmaktadır.

Babalık kültürü ve babalık davranışı iki farklı olgudur. Babalık kültürü (topluma ait normlar, değerler, inançlar bütünü) Babalık davranışı ise bu kültürün kişinin kendi kişisel gelişimine, hayallerine, sirayet etmesi ve bunu davranış modeli olarak sergilemesi olarak tanımlayabiliriz. Bu iki kavram, kuram ve pratiğin ayrışması olarak düşünülebilmektedir.

Yaşamımızın tüm alanlarında karşımıza çıkan çok spesifik bir kavramdır. Bu kavramdan kaçmak yerine bununla barışmak şimdiki ve sonraki zamanımızı daha huzurlu yapacaktır.