En önemli partnerim “Yaşam”. Yaşamla dans etmek çok önemli. Önce yaşama varlığını hissettirmelisin. Yaşamın olduğu her yerde en güzel elbiselerinle, en sempatik tavrınla ona varlığını hissettirerek tüm seksapaliteni göstermelisin.
Yaşam narindir ve kırılgandır. Herkese kendini gösterir ama herkesle uzun süre dans etmez. Bazılarını çok sever ve onlara torpil geçerek dans eder. Yaşam çapkın bir flörtüz gibidir. Daima pohpohlanmayı sever. Öyle ağır başlı aristokrat bir ailenin ferdi değildir. Ama çok da yaban değildir. Kendisinin Akdenizli olduğu veya tropikal ülkelerden geldiği rivayet edilir. Sohbeti ve dokunulmayı sever. Ama patavatsızlığı da affetmez. Bir anda “Merhaba ben geldim, hadi dansa” diyenleri de iyi bir tersler. Söylemden daha çok icraata değer verir. Yani kişinin önce kendisine değer vermesini bekler sonra da kendisi için nelerden vazgeçebileceğini görmek ister. Bazen deriz ya; “Ben şunu çok istedim ama yaşam vermedi.” diye. İşte burada bir anlam kargaşası olduğuna inanıyorum. Çünkü yaşam denilen o zarif varlık “Noel Baba” değil ki bize istediğimiz oyuncağı torbasından çıkartarak hediye etsin. Yaşam mücadele edenleri ve pozitif olanları sever.
Karamsar olduğumuz zamanlarda ise; “Yaşam bana çok kazık attı, hiç beni anlamıyor ki” diye söyleniriz. Acaba o sıkıntıları çeken kişinin bir mıknatıs gibi, o sıkıntıları çektiğini hiç düşündünüz mü? Formül çok basit; hep kötü şeylerin başına geleceğine inanan kişinin bir gün güzel şeylerinde başına geleceğini düşünüp hiçbir şey yapmadan beklemesi abestir. Sevgi sevgiyi, nefret nefreti çeker…
Yaşamla olan yakın diyaloglarımıza istinaden söylüyorum; yaşamın bir tane konuştuğu dil var, zaten onu da biz anne karnında öğreniyoruz. Adı: ‘Dokunmak’ ve ‘Gülümsemek’. Önce kendine, sonra umuduna dokunacaksın. Umudun senin en büyük hazinen, onu her gün bir zanaatkâr gibi işlemelisin ki elinde parlasın ve değerini yüceltsin.
Şimdi gelelim yaşam denilen o zarif ve göz alıcı varlıkla tanışma sahnesine. Bu sahne çok önemli. Herkes bu şansı en fazla bir veya iki kere yakalayabilir. Bu yüzden yalnız kendince hareket etmelisin.
Sahne: Yaşamla siz aynı baloya davetlisiniz, balo çok kalabalık, siz kendinizle uğraşmayı bırakıp çevrenizle ilgilenmeye başladığınızda kalabalığın bir yere doğru baktığını fark ediyorsunuz. O yere siz de bakmak için durduğunuz yerden birkaç adım öteye hareket ettiğinizde gözünüze güzel bir kadın veya çok yakışıklı bir erkek çarpıyor. (Yaşama bakan gözlerin sahibi kadınsa yaşamı yakışıklı, yağız bir delikanlı olarak görürmüş, yaşama bakan gözlerin sahibi erkekse çok güzel, çekici bir kadın olarak görürmüş) Bu muhteşem kişi, kırmızılar giyinmiş, endamıyla güçlü bir karakter olduğu çok belli. Tüm vücut ölçüleri tam sizin istediğiniz gibi. Saçları ve gözleri tam sizin arzu ettiğiniz gibi. Yanınızdakine soruyorsunuz “bu göz alıcı varlığın adı ne?” diye. Onlar da size adının: “Yaşam” olduğunu söylüyorlar. O ana kadar yaşam denilen kişi hakkında çok şeyler duymuşsunuzdur. Onun narin, çekici, zeki, mantıklı, yürekli, vicdanlı ama canını sıktığınızda, bu söylenenlerin tam tersi sayılabilecek özelliklere sahip olduğunu duymuşsunuzdur.
İçinizde bir ürperti ve merak, yavaş yavaş tüm göğsünüzü sarmaya başlar. Yaşam denilen şeye bu kadar yakın olmak sizi çok mutlu ediyor ama birkaç saniye sonra bu kadar yakınlaşmışken dokunamamak veya konuşamamak da bir o kadar sizi hüzünlendiriyor. Hem kendinizi hem de yaşam denilen o güzel varlığı daha iyi gözlemlemek için birkaç dakika beklemeyi seçiyorsunuz. Beklemek, kararında beklemek önemli. Böylelikle ilk doğru adımı atmış oluyorsunuz. Çünkü beklemek aynı zamanda gözlemektir, gözlemek ise doğru strateji belirlemek için zaman kazanmaktır. Saniyeler akıyor, siz bir yandan kendinizi analiz ederken bir yandan da yüzlerce kişinin Yaşam’ın yanına gelip onunla konuşmak için çaba sarf ettiğini görüyorsunuz. Yaşam ise her defasında nazikçe yanına gelenleri selamlayıp geri çeviriyor. Yaşam’ın bu davranışı sizi mutlu ediyor çünkü hâlâ bir şansınızın olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda tedirgin ediyor çünkü Yaşam’ın ne kadar seçici olduğunu anlıyorsunuz.
Dakikalar aleyhinize çalışıyor, daha fazla da beklememeli. Çünkü her an Yaşam’ın aklını ve yüreğini çalabilecek biri çıkıp onunla dans edebilir. Hemen yakanızı düzeltip, boğazını sessizce temizleyip, derin bir nefes alıp yanına yaklaşıyorsunuz. İlk dokunuş ve ilk bakışın önemli olduğunu biliyorsunuz.
Yüzyıllardan beri varlığını sürdürebilen, bu kadar dinç ve güzel kalan başka hiç bir şey yok. Bu mucizevi şeyle bir dakika dans etmenin, belki de ömrünün tamamına bedel olacağını çok iyi biliyorsun. Her adımda daha bir kalbin atmakta, daha bir heyecan tüm bedenini sarmakta. Aranızda birkaç metre kala yavaşlıyorsun ve saçlarını düzeltip karşısına dikiliyorsun. Toplam birkaç saniye zamanın olduğunu ve bu zaman zarfında “Yaşam” denilen o güzel varlığın dikkatini çekmek zorunda olduğunu, aksi takdirde bir daha var olmayacağını biliyorsun. Tabii ki Reenkarnasyona inanmıyorsan!
Yaşam; muhteşem kırmızı elbisesiyle, koltuğunda ince uzun güzel bacaklarıyla ayak ayaküstüne atmış vaziyette etrafı izlerken bir anda sizi önünde görüyor. Önce hafiften sizi süzüyor ve size gülümsüyor. O an ağzınızdan sihirli sözcüklerin çıkmasını bekler gibi dudaklarınızı aralıyorsunuz. Yıllardan beri kafeste yaşayan bülbülün kafes kapısının açıldığını gördüğü anda biraz çekingen, biraz da meraklı gözlerle başını kafesin dışına çıkarması gibi sözcükler bir bir, ürkek ama mutlu bir şekilde ağzınızdan dökülüyor: “Merhaba ey güzel, seni yaşamıma buyur etmek ve sana dokundukça ruhuma dokunmak, seninle dans ederken geleceğime yön vermek, seninle konuştuğumda geçmişimi affetmek, sesini duyarak umuda bakmak istiyorum. Tango, salsa, vals veya halay hangisi olursa olsun. Yeter ki senin yanımda, içimde olduğunu görmeyi istiyorum. Bunun karşılığında sana vereceğim en büyük hediyem; sana koşulsuz inanmak ve sana her daim ne olursa olsun sevgiyle dokunabilmek olacaktır” Son kelimeler ağzınızdan çıktığında siz de son sözünü söylemiş asi bir ruh gibi Yaşam’ın gözlerinde sevdanın anahtarını aramaktasınız. Yaşam hafiften gülümseyerek ayağa kalkar: “Sen kendini ne sanıyorsun? Ben bu sözlere kanacak yaşta mıyım? “der. Sen söylediklerinin arkasında duran, inançlı bir asker gibi Yaşam’ın elinden tutup oturduğu koltuktan kaldırarak piste götürür ve kendini ona bırakırsın. Başını Yaşam’ın kulağına yaklaştırarak: “Ben kendimi sen sanıyorum, sen benimle huzuru, ben de seninle heyecanı yaşayacağım. Unutma ben istediklerimin arkasındayım ve söylediklerimi yapabilecek kadar da inatçıyım, sen içimde yaşayacaksın, bende seninle…” diyerek yanağına bir buse kondurursunuz. Bu Yaşam’la ilk sözel ve tensel temasınızdır. Kimi bu temasa aşkı bulduğunda, kimi özlemle beklediği mesleğine kavuştuğunda, kimi anne ve babaların yaşamdayken kıymetini bilerek, kimi ölümcül bir hastalığı yendiği anda kavuşur. Yaşam artık kollarınızda, siz istediğiniz figürü yapabilmekte özgür, “Yaşam” sizinle olmaktan umutlu. Şimdi Yaşam’ın içinde güzel şeyler yaratma zamanı…